SİNE MASAL


Morganlar Nerede?


Komedi filmi “Did You Hear About the Morgans/Morganlar Nerede'”de, Manhattanlı çok başarılı bir çift olan Paul ve Meryl Morgan'ı (Hugh Grant ve Sarah Jessica Parker) konu alıyor. Çiftin mükemmele yakın hayatlarındaki tek kayda değer sıkıntı, çökmekte olan evlilikleridir.

HİKAYE

Marc Lawrence romantik komedi yazıp yönetmeye yabancı bir sinemacı değil. “Music and Lyrics” ve “Two Weeks Notice” de onun imzasını taşıyordu. Zaten “Did You Hear About the Morgans/Morganlar Nerede?”ye ilişkin fikirler geliştirmesi de bu filmler sırasında oldu. Öte yandan, bu yeni filmle romantik komedi türü içinde sınırlarını genişleterek yeni bir zemine, yani evliliğe adım attı.

“Bu fikir aklıma 10-11 yıl önce gelmişti. Başlayıp yarım bıraktığım bir projeydi. Ama sık sık tekrar su yüzüne çıkıyordu” diyor Lawrence ve ekliyor: “Bildiğin şeyi yaz derler ya, işte sorun da bu. Ben hiçbir şey bilmiyorum. Dairemden hiç çıkmıyorum. Bildiğim tek şey evlilik. Karımla üniversitedeyken tanıştım. Çok ama çok uzun zamandır evliyiz”.

Ama Morganlarınki herhangi bir evlilik değildir. Lawrence'a göre, “Sorunlu bir evlilik. Bu iki kişi birbirlerine olan bağlarını kaybetmişler. Bu, bir sadakatsizlikten kaynaklanıyor gibi görünse de aslında sorunun temelinde birbirlerinden uzaklaşmış olmaları yatıyor”.

Meryl Morgan'ı canlandıran Sarah Jessica Parker da bu romantik komedi yapıtının daha önceki projelerinden farklı olduğunu belirtiyor ve, “Mizahı hoşuma gitti. Meryl gibi birini canlandırmamıştım. Evliliği onunki gibi olan birini oynamamıştım” diyor.

OYUNCU SEÇİMLERİ

“Bir film yapımının en zor iki işi doğru senaryo ve doğru oyuncu seçimidir” diyen Marc Lawrence, bu düşünce doğrultusunda Hugh Grant'e yöneldi. Aktör daha önce yazar-yönetmenin “Music and Lyrics” ve “Two Weeks Notice” adlı yapıtlarında da rol almıştı. “Elbette filmi Hugh için yazdım” diyor Lawrence ve ekliyor: “O kadar sık birlikte çalıştık ki bu düşünceyi ona açmam çok doğaldı. Kendisi de bu fikri beğendi. Ama resmi bir anlaşma yapmadık. Ben senaryoyu yazarım ve beğenirse oynar. Beğenmezse de beğenmez”.

Grant ise bu konuda şunları söylüyor: “Bence Marc gerçek bir komedi dehası ve ileriki yıllarda ona bu gözle bakılacak. Bunun şu ana kadar yazdığı en iyi senaryo olduğunu düşünüyorum. O yüzden de teklife karşı koyamadım. Pek çok romantik komedi filmi var ama bunların pek azı gerçekten komik. Marc hakikaten çok komik replikler yazıyor”. Grant için, yazarın yönetmenliği de üstlenmesi o projeyi daha cazip kılıyor çünkü bu şekilde ortaya daha iyi bir film çıktığına inanıyor. “Bir filmin ardında ne kadar az yaratıcı ses varsa o kadar iyi” diyor Grant ve ekliyor: “Berbat olan şey bir yazar ekibi tarafından yazılan projeye tepeden inme bir yönetmenin ve tepeden inme bir yapımcının getirilmesi, üstüne üstlük stüdyonun da söz sahibi olmasıdır. İşte o zaman cehennemi yaşarsınız”.

Grant'in Paul rolünü üstlenmesi kadar önemli bir diğer nokta da Meryl'ı canlandıracak harika bir aktris bulmaktı. Grant, Meryl'ın karakterini “dört dörtlük” olarak niteliyor ve, “Meryl daha önce Marc'ın yazdığı kadın karakterlerin bir uzantısı. Bu kadın karakterler çoğunlukla New Yorklu, çok başarılı, nevrotik, zeki, eğlenceli ve komik kadınlar. Bence onlar bir bakıma Marc'ın fantezi kadınları. Onlara aşık olmak hiç zor değil, hele hele Paul için” diyor.

Lawrence'ın Meryl karakteri için yorumu ise şöyle: “Özünde, Meryl iflah olmaz bir romantik. Aşk konusunda tam bir idealist. Dışa dönük, çekici ve sosyal. Ama eşinin sadakatsizliği yüzünden masumiyeti belli bir ölçüde ondan alınmış”.

Sarah Jessica Parker'dan başka kim hem kamera önünde hem arkasında bu şık Manhattanlı arketipi hayata geçirebilirdi? “New York'la o kadar özdeşleşmiş, o kadar enerjik ve sosyal bir insan ki Wyomingde kendini gerçekten çok yabancı hissediyor” diyor Lawrence ve ekliyor: “S.J.'in, ben ona böyle hitap ediyorum, kesinlikle mükemmel kişi olacağı kafamda gitgide daha netleşti”.

Parker da Lawrence'la çalışma fırsatına aynı heyecanla yaklaştığını belirtiyor: “Marc'ın son derece lekesiz bir kariyeri var. Kiminle konuşsam, onu çok sevdiklerini söylediler. Onunla çalışmak istediğime karar verdim. Hikaye de gerçekten hoşuma gitti”.

Elbette, her şey harika gitti, hatta Parker ve Grant birlikte Lawrence'a şaka yapmak için bir komplo planladılar. Yazar-yönetmenin büyük korkusunu hedef alan bu komployu Parker şöyle aktarıyor: “İkimiz de New York'ta haber bekleyen Marc'a yemeğin felaket geçtiğini söyleyecektik”.

“İkisinden de yemek sırasında Hugh'nun korkunç davrandığını söyleyen birer e-posta aldım. Doğal olarak, dehşete düştüm. Yemek için özür dileyen bir mektup yazdım” diyor Lawrence ve ekliyor: “Bunun bana yapılmış bir şaka olduğunu ondan sonra öğrendim. En azından onlar bunu şaka olarak görüyorlardı. Bir şeyin şaka olması için birisine komik gelmesi lazım”. Grant ise Lawrence'ın gerçeği pek hızlı bir şekilde algılamadığını söylüyor: “İlginç olan şuydu ki ona hakikati anlattığımızda, Marc bana hâlâ inanmıyordu!”

“Hugh ona inancım böylesine az olduğu için bana kızdı ama doğrusu benim inanç yoksunluğum haklı çıkmış oldu” diyen Lawrence gülerek şöyle devam ediyor: “Olay bir bütün olarak beni öyle şoke etmişti ki neye inanacağımı bilemedim. Bir daha hiç kimseye hiçbir konuda inanmamaya karar verdim. Ne aile üyelerine, ne de bir başkasına. Asla, bir daha hiçbir konuda”.

Ayrıcalıklı ve nevrotik New Yorklu çifte tezat olarak rahat ve düzenli Clay-Emma çiftini canlandıracak mükemmel oyuncular arayan Lawrence, Sam Elliott ile Mary Steenburgen'ın bu rolleri kabul etmesinden büyük heyecan duydu. Elliott ise bu konuda şunları söylüyor: “Marc Lawrence’la kendi yazdığı bir senaryoda çalışma fırsatı bulduğum için tek kelimeyle mutluyum. O çok zeki ve çok çalışkan bir sinemacı. İstedikleri konusunda son derece net olmasının yanı sıra işbirliğine de çok yatkın. Her an daha iyi bir şeyler yakalamanın peşinde. Daha önce Marc kadar çok çalışan bir yönetmenle karşılaşmamıştım”.

Karakteri hakkındaki düşünceleri sorulduğunda Elliott'ın yanıtı şu oluyor: “Clay bugün hâlâ mevcut olan pek çok küçük Amerikan kasabalısını temsil ediyor. Clay ve Emma belli bir türdeki batı Amerika hassasiyetine çok uyuyor: Bağımsızlar, çok çalışıyorlar ve ahlaki kuralları var. Dürüstler ve haysiyetliler”. “Tombstone” ve “The Hi-Lo Country” gibi westernlerin duayen ismi Elliott, “Did You Hear About the Morgans/Morganlar Nerede'”nin kendisine oyuncu olarak daha önce sunulmamış bir fırsat verdiğini de kabul ediyor: “Bu, yer aldığım ilk gerçek komedi filmi. Çok eğlenceliydi”.

“Sam harika bir oyuncu. Daha önce de bu tip roller üstlendiği halde, komedi filmi yapacak olma ve bu tip bir rolü farklı bir ortama oturtma düşüncesi onu çok heyecanlandırdı” diyen Lawrence, sözlerini şöyle sürdürüyor:“Kendisi ayrıntıları çok önemseyen biri. Her zaman senaryo ve karakterler hakkında konuşmak istiyor.Karakterini doğru biçimde yansıtmak onun için çok önemliydi.”.

Mary Steenburgen da bir Marc Lawrence filminde yer almak konusunda Elliottla aynı motivasyona sahipti. “Marc'ın 'Two Weeks Notice' filminin büyük bir hayranıyım. O filmde başrolü Sandra Bullock üstlenmişti ve ben kendisiyle kısa süre önce bir filmde birlikte çalıştım. Marc Lawrence hakkında konuştuk. Sandra onunla çalışmayı ne kadar sevdiğini söyledi. Dolayısıyla, bunun harika bir proje olacağı konusunda biraz ön şartlanma içindeydim” diyor Steenburgen ve ekliyor: “Senaryoyu okur okumaz, ben varım dedim. Çok eğlenceli bir hikaye. Ayrıca, canlandıracağım karakter de harikaydı”.

“Emma son derece aklı başında, sade bir insan. Güçlü bir kadın ve dünyada korktuğu pek az şey var” diyen Steenburgen, Paul'a odun kırmayı, Meryl’a da silah kullanmayı öğreten Emma karakteri için şunu da sözlerine ekliyor: “Çok eğlenceli bir karakter çünkü o, erkekler dünyasında yaşayan bir erkek Fatma”.

Paul ve Meryl'ın asistanları Adam ve Jackie rolleri için doğru oyuncular seçmek de çok önemliydi çünkü bu karakterlerin zorlu ve yeni filizlenmeye başlayan ilişkilerini yansıtmak için perdede sahip oldukları süre daha kısaydı. Lawrence bu konuda şunları söylüyor: “Jesse Liebman, Adam rolünün okumasına geldi ve dışarı çıktığı an casting yönetmenimiz Ilene Starger'a dönüp 'Tamam, bu rolün oyuncusu hazır' dedim. Karakteri oynayışı inanılmaz tatlı, komik ve masumdu. Elisabeth Moss'a gelince, onunla çalışmış herkes ne kadar muhteşem olduğundan söz ediyor. Filmimizde olduğuna inanamıyorum”.

Lawrence için belki de filmin oyuncu seçimi açısından en zorlu rolü, Earl Granger'ın (Wilford Brimley) torunu Lucy'ydi. Muhtemelen bunun nedeni senaryoyu yazarken bu rol için kendi 12 yaşındaki kızı Gracie'yi düşünmesi ve rolü ona vermeden önce bir kez bile kayıt almamasıydı.

“Rol için doğru kişi olduğunu düşündüm” diyen Lawrence bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Onun yaşında ve şarkı söyleyebilen bir kıza ihtiyacım vardı. Aslında, onun orada olması muhteşem bir deneyimdi. Karım ve en küçük oğlum, Santa Fedeki çekimlere bizimle birlikte geldiler ama çekimler sürerken geri dönmeleri gerekti. Böylece Gracie'yle baş başa kaldık. Gün geliyor, karavanıma döndüğümde, 'Benim kızım nerede?' diye soruyordum ve, 'Şu an Mary Steenburgen'ın karavanında' diyorlardı. Tüm set onu gerçek anlamda kucakladı. Benim açımdan hakikaten duygusal bir deneyimdi. Bu küçük New Mexico kasabasında baba-kız vakit geçirmek harikaydı. Elbette, bu onunla son beraber çalışmamız oldu. Artık fazlasıyla büyüdü. Kısa süre önce Broadway'deydi”.

Gerçi Lawrence kızı konusunda kaygılıydı ama sette herkesin coşkuyla katıldığı görüş Gracie'nin rolün hakkını verdiği yönündeydi. “İlk kez şarkı söylediğini duyduğumda, ayaklarım yerden kesildi” diyor Steenburgen.